Çayırlarında yabani atlar koşuşturuyor, rüzgârı adaçayı ve kekik kokuları taşıyor. Gündüz kuşlar şakıyor, gece yırtıcılar avlanıyor. Efsanevi sedirler orada hâlâ binlerce yıllık nöbetlerinde. Antalya’nın Elmalı ilçesinde, Batı Toroslar’ın yükseklerinde saklı Çığlıkara Tabiatı Koruma Alanı uzak, ıssız ve yabani…
Zifiri karanlıkta sabırla beklemeyi sürdürüyoruz, gözlerimiz karanlığa giderek alışıyor. Gece yarısına doğru ormanın derinliklerinden baykuş sesleri geliyor. Derken çıtırtılar duyuyoruz. Bir şeyler bize doğru yaklaşıyor. İşte! Beş altı tane yabandomuzu iniyor çayırlığa nihayet. Önce durup etrafa bakıyorlar homurtularla, biraz tedirginler. Yavrular burunlarıyla toprağı eşeleyip bir şeyler çıkarmaya ve yemeye çalışıyor, erkek domuz arada bir kafasını kaldırıp çevreyi dinliyor. Aniden bir hırlama geliyor ormandan. Bütün domuzlar irkilip oraya dönüyor ve kulaklarını dikiyor. Önce yetişkinler başlıyor kaçmaya büyük bir gürültüyle, ardından da yavrular. Bir yırtıcının kokusunu aldılar büyük olasılıkla. Çığlıkara’da yaban hayatın izini sürdüğümüz gecelerden biri böyle bitiyor…
Antalya’da, Batı Toroslar’ın yükseklerinde gizleniyor Çığlıkara Tabiatı Koruma Alanı. Burada yerleşim yok. İçeri sadece özel izinle girilebiliyor. Bitki ve hayvanıyla baş başa; o kadar uzak, ıssız ve yabani.
İlkbahar Antalya’da neredeyse yok denecek kadar kısa sürer. Ama ilin yükseklerinde, Çığlıkara’da tüm renkleri ve kokularıyla kendini göstermekten geri durmaz. Yörenin kayıp baharının peşinden geliyoruz biz de Çığlıkara’ya. Özellikle de sedir ormanlarına. Çünkü Akdeniz’in efsanevi ağacı sadece Türkiye’de değil, tüm dünyadaki en geniş yayılımını burada yapıyor. Türkiye’de toplam 20.7 milyon hektar orman alanı içerisinde 99 bin 325 hektar sedir var. Bunun yüzde 30’u da Antalya’nın Elmalı ilçesinde. En güzel, en zengin ve en yaşlı sedir ormanları ise Elmalı – Finike – Kaş üçgeni arasında kalan Çığlıkara’da uzanıyor.
Çığlıkara Tabiatı Koruma Alanı, Elmalı ilçe merkezinin 55 kilometre güneyinde, 15 bin 889 hektar büyüklü ğünde. Bunun yaklaşık yarısı sedir ve ardıç ormanı; gerisi ise alpin karakterdeki yükseklikler. Avlan Gölü, birkaç girişe sahip Çığlıkara’nın kapılarından biri. Üzerinde gri balıkçılların, bata ğanların, angıtların süzüldüğü gölü ikiye bölen yol (ki aslında doğal yaşam için son derece sakıncalı) Çığlıkara’ya uzanı yor. Kokulu ardıç ve katran ağaçları arasında yükselen yol nihayet koruma alanının ünlü sedirlerine varıyor. Buradan manzaranın seyrine doyum olmuyor. Batı Torosların 3 bin 70 metrelik zirvesi Kızlar Sivrisi karşımızda dikilmiş duruyor, aşağıda ise Avlan parıltılar saçıyor. Renkleri ve kokuları birbirine karıştıran, çok özel bir coğrafya bu…
Çığlıkara’nın manzarası aklımıza sedir ağacının efsanesini de getiriyor: Havva ile birlikte cennetten kovulan Adem iyice yaşlanmıştır ve öleceğini hisseder. Tanrı’dan kendisini ve tüm insanlığı bağışlamasını dilemeye karar verir. Bu amaçla üç oğlundan birini cennet bahçesine gönderir. Bahçenin bekçiliğini yapan melek, Adem’in oğlunun duası üzerine iyi – kötü ağacından aldığı üç tohumu ona verir ve öldükten sonra babası nın ağzına koyup öyle gömmesini söyler. Adem ölür ve şimdi Lübnan’ın bulunduğu topraklara gömülür. Ve Adem’in ağzından yeşeren üç tohumdan Akdeniz ikliminin simgesi üç ağaç filiz verir: Zeytin, servi ve sedir ormanları tarihte en geniş yayı lımını Lübnan’da yapmıştı, efsanenin çıkış noktası belki de budur. Ama Lübnan’daki sedir varlığı Fenikelilerle başlayıp Assur, Babil ve Pers döneminde süren tahribatlarla bitme noktasına geldi. Bugün Lübnan’ın bayrağına ve parasına simge olan sedir ağacı günümüzde orada sadece 7 hektarlık bir alanda, 2 bin 500 yaşında olduğu tahmin edilen 400 ağaçtan ibaret.
Sedir ağacının asıl yayılışı Anadolu’nun güneyinde; Köyceğiz’den Kahramanmaraş’a uzanan 650 – 2000 metrelik yükseklikler arasında. Ancak Anadolu’daki sedir ormanları da tarih boyunca tahribatlardan payını aldı. Kilikia’yı İÖ 19. yüzyılda işgal eden Mısırlılar, yılda 10 bin sediri keserek İskenderiye Limanı’na taşıdı. Osmanlı döneminde 1464 kilometrelik Hicaz Demiryolu inşaatı nda da sedir kullanıldı ve bu ormanlar büyük ölçüde tahrip oldu.
Gerçek bir sedir diyarı Çığlıkara, sadece bu özelliğiyle bile büyük önem taşıyor. Burada gün kuş sesleriyle başlı yor; sedirler, erkek karatavuğun söylediği şarkılarla uyanıyor. Etrafta daha birçok tür var şarkılar söyleyen. Ardıç ağacının dallarındaki maskeli örümcek kuşu, bir taşın üstünde duran boz kuyrukkakan… Güneşin ilk ışıkları da bu arada çayırlardaki kırağıyı çözüp buharlaştırmaya başladı bile.
Beydağları ile Akdağ’ın tam ortası nda, Kohu Dağı’nın eteklerinde Çığlıkara; 1050 – 2465 metre arasındaki yüksekliklerde dalgalanıyor. Alanı do ğudan batıya göz alabildiğince uzayıp giden “Avlan Serisi” kesiyor, kale duvarı nı andıran bu dağ silsilesi 20 kilometre devam ediyor aralıksız. Karlı tepeler silsileye inci gibi dizilmiş; Kızılkaya Tepe, Yarış Tepe, Gedikligöl Tepe… Çığlıkara’nın derin vadileri ise soğuk hava kanalları oluşturuyor; Akdeniz’in güneybatıdan esen ılık ve nemli rüzgârı dağlar tarafından perdelendiği için Çığlıkara’ya sokulamıyor. Kendine has iklim ise farklı bir eko sistem yaratıyor. Alanda sedirin yoğunluğu da bu yüzden.
Avlan Serisi tepeleri boyunca uzanan yolun kenarında kayalıklar dizili. Bir dikenli keler güneşleniyor birinin üzerinde. Bir tosbağa “ağlayan gelinler” arasında gezintiye çıkmış. Kayaların arasındaki küçük toprak parçalarına ise çiçekli bitkiler üşüşmüş. Çığlıkara’nın zirvelerinden birinde Çıvkuş Gözetleme Kulesi bulunuyor. Güneye bakan yamaçlarda yaşlı, neredeyse kurumuş ardıç ağaçları var; gökyüzüne uzatmışlar kuruyan dallarını “hâlâ ayaktayız” der gibi. Ortalık sanki ardıç mezarlığı…
Kovanlar da göze çarpıyor Çığlıkara’da. Arıcı Abdullah, yakındaki bir köyden geliyor. Onun gibi başka arıcılar da var izin alıp kovanlarını tabiatı koruma alanına koyan. Ormandaki çiçekli bitkilerin bolluğunun balın kalitesini ve verimi arttırdığını söylüyor Abdullah. Rengârenk ve güzel ötüşlü arıkuşları ise oğul mevsiminde üremeye çıkan anaarıları avlayıp kolonilere zarar veriyor.
Bazı arıcıların sahada kaçak olarak tavşan avladığını ve bunun kontrolünün zor olduğunu da söylüyor Abdullah. Tavşanların doğal avcısı vaşak ve karakulak da bol burada. Abdullah bir akşam kovanlardan dönerken birden ala benekli bir vaşak çıkmış karşısına. Vaşak ona bakmış, o vaşağa. Hayvan yanında yavrusu olduğu için terk etmemiş bulunduğu yeri; Abdullah ise şaşkınlıktan ne yapacağını bilememiş. En iyisi sessizce geriye dönmekmiş, o da öyle yapmış…
Çığlıkara ormanlarının altında şakayık, diğer adıyla ayı gülleri çiçek açmaya başlamış. Koca bir yılan usulca kıvrı larak kayıp gidiyor. Yükseklerde ise ağaç sınırı bitiyor, alpin zon başlıyor. Bu yükseklikte rüzgâr adaçayı ve kekik kokuları taşıyor
Alanda Prof. Dr. Bekir Sıtkı Evcimen’in adıyla anılan bir orman var. Çığlıkara’nın bir başka önemli sakini de “Koca Katran” olarak bilinen tam 2 bin yıllık, 25 metrelik anıt ağaç.
Kohu Dağı, 2 bin 409 metrelik zirvesiyle Çığlıkara’nın en yüksek noktaları ndan biri. Karlı zirvenin altındaki eteklerde kırmızı ve sarı renkli “çiçek tarlaları” uzanıyor, laleler özellikle göz alıyor. Çiğdemler ve adasoğanları ıslak toprağı köstebekler gibi yarıyor. Başta soğanlılar olmak üzere yüzlerce çiçekli bitki… Alpin zonda bu kadar çok olmaları gerçekten nadir bir durum.
Yükseklerde kişnemelerle irkiliyoruz. Parlak renkli, bakımlı vahşi erkek atlar geliyor üzerimize, kendimizi bir kayanın üzerine zor atıyoruz. Kişneyerek etrafımızda dolanmaya başlıyorlar. Daha arkada dişi atları ve tayları fark ediyoruz sonra, erkekler onları koruyor olmalı. Yıllar önce doğaya bırakılmış, kuşaklar içinde yabanileşmiş yılkı atları bunlar, Çığlıkara’nın yeni sakinleri.
Yaşlı bir sedir ormanında güneş ışığı sık dallar arasından güçlükle tabana ulaşıyor. Yerde bir iki metrelik kahverengi tümsekler dikkatimizi çekiyor. Yaklaştıkça bunların küçük odun parçacı klarından oluşan karınca yuvaları olduğunu görüyoruz. Ayaklarımızı birden kırmızı orman karıncaları (Formica rufa) sarıyor. Zararlı böceklerin yumurta ve larvalarını yedikleri için ormanının sağlığı açısından çok önemliler.
Ayaklarımızı karıncalardan temizlemeye çalışırken önümüzden bir ibibik kuşu havalanıyor ve ilerideki bir ağaca konuyor. Türkülere giren bu yaz göçmeni, sonbaharda Çığlıkara’dan ayrılıp geldiği yere geri dönecek. Bir çift kuyrukkakan, gagalarıyla tırtıl ve böcek taşıyor; otların arasına gizledikleri yuvadan yavruların cıvıltıları duyuluyor. Anne kuyrukkakan yuvaya inmeden önce bir dala konuyor, etrafı gözetliyor, sonra kısa ötüşlerle yavrulara haber veriyor. Tehlike olmadığını anlayınca yuvaya hareketlenip yavrularını doyuruyor. Geçmişte bozayı ve kı zılgeyiğin de yaşadığı koruma alanında fauna çok zengin. “Kaş Kıbrısçayı Yaban Hayatı Geliştirme Sahası”nda çı kan orman yangınından sonra birçok yaban hayvanının Çığlıkara’ya sığındı ğı da biliniyor.
Çığlıkara Tabiatı Koruma Alanı biyolojik çeşitlilik açısından tam bir hazine. Bu konuda bilimsel çalışmalar geç kalmış olsa da sürüyor. Saha artık yasal olarak koruma altında ama bu sorunların tamamen bittiği anlamına gelmiyor. Geçmişte sedir ormanları en büyük darbeyi Osmanlı döneminde, yörenin büyük toprak sahiplerince işletildiği sırada almıştı. Cumhuriyetin ilk yıllarında da imkânsızlıklar nedeniyle devletçe işletilemeyen ormanlar, 1927 – 1936 arasında sözleşmeyle yatırımcılara verildi. İkinci büyük yıkım da bu sırada yaşandı. Ormanda düzgün ağaçlar seçilerek bir buçuk, iki metrelik iskeleler yardımıyla yüksekten kesildi. Binlerce gövde ve lişeri düzgün olmayan “latalar” ormanda terk edildi. Katırlarla taşınan düzgün latalar, karların erimesiyle suyu çoğalan Başgöz Deresi’ne bırakılıyordu, Finike Limanı’nda tutulup gemilere yükleniyordu. Ormanda ise geriye böcek ve mantarlara ev sahipliği yapan enkazlar kaldı. Diğer taraftan da binlerce hayvan sokuldu ormana otlatılmak üzere. Sözleşmeler dokuzuncu yılda iptal edildi ama artık olan olmuştu. Ve nihayet 1961’de Çığlıkara “örnek orman işletme müdürlü ğü” olarak ayrıldı, 1991’de de “tabiatı koruma alanı” ilan edildi.
Yöre bir başka darbeyi de tarım arazisi kazanmak amacıyla Avlan Gölü’nün kurutulmaya çalışılması sırasında aldı.
Sıcaklık artmaya, nem düşmeye başladı. Ünlü elma bahçelerinin verimi, tahıl ürünlerinin rekoltesi düştü.
Günümüzde sedir ormanları üzerindeki yeni tehlike mermer ocağı. Antalya’nın birçok yerini tahrip eden bu işletmeler maalesef Çığlıkara’nın çok yakınına gelmiş durumda. Sahanın hemen bitişiğindeki Avşar köyünde, Kocaçukur, Patlangaç ve Kokarot mevkilerinde 1000’e yakın sedir ve ardı çağacı, mermer ocağı işleten İspanyol ortaklı maden şirketince kesildi. Yıllar boyunca ocaktan çıkacak mermer tozlarının yöre insanına ve bu arada ormanlara vereceği zararı kestirmek de hiç zor değil…
Her şeye rağmen doğa anıtı Çığlıkara, Toroslar’ın kucağında gizli ama zengin yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Orman gündüzleri kuşlara, karanlık çöktüğünde ise yırtıcılara ait. Sedirler de binlerce yıllık nöbetlerini sürdürüyor. Çığlıkara, korunmasında zaaf kaldı ramayacak kadar hassas, nadir ve önemli…
Kaynak: Atlas