Merhaba,
Aramıza yeni katılan sosyal medya uzmanımızın bizlere kattığı enerjiyle blog yazılarımızı artırdığımız bu günlerde sizlerle ilginç bir deneyimimi daha paylaşmak istiyorum.
Çok uzun süredir ormanlardayım. Bunun bir kısmı bilinçsiz, bir kısmı bilinçli olmak üzere; ormanda, dağlarda zaman geçirmenin mutluluğunu 5-6 yaşlarından beri tatmaktayım. Bunun yanı sıra almış olduğum askeri eğitimlerin bir getirisi olarak da şehirde güvenlik konularında çalışmaktayım. Fakat bugün, diğer günlerden farklı bir şey denemek istedim ve sizlerle de bu deneyimimi paylaşmak istiyorum.
Ormanda birçok insan hayatta kalmanın başarılı örneklerini sergiliyor hatta bunun üzerine kitaplar bile yazılıyor. Doğada hayatta kalmak tabi ki büyük marifet, peki ya şehirde hayatta kalmak?
Bu düşünceyle Ramazan saati mağaza kapanış saati 19.00’da Avfoni’den çıktım.(Bu arada herkese iyi ramazanlar) Hedefim, saat 19.00’da Avfoni’den çıkıp saat 21.30’da Batıkent’in sonundaki evime varmaktı. Kimseyle yarış halinde olmadığım için mesafenin kilometresine de bakmadım, yola koyuldum. Yolculuk sırasında durakta rastladığım, Genel koordinatörümüz Serkan Bey’in de iyi dileklerini alarak yola devam ettim. Her şey harikaydı, hava çok sıcak olmamakla beraber hafif esintili ve ben umut dolu… Tek sorun; plan yapmadan karar verdiğim yolculuğuma uygun kıyafetlerin yanımda olmamasıydı. Konforsuz ve ağır asker botlarım, kışlık taktik pantolonum, böyle bir aktivitede en son giyilecek ürün olan pamuklu t-shirt’ümle yolculuğuma devam ettim.
EGO Genel Müdürlüğü’nü geçtikten sonra Patent Enstitüsü yanından yeni yapılan yola kıvrıldım. Hedefim, ayakkabılarımı çıkartıp çimlerde koşmaktı. Çok susasam da yanından geçtiğim fıskiyelerden su içemedim. Doğada olsak kesinlikle lıkır lıkır içerdim. Ben koşma halindeyken yanımdan süratle geçen arabaların verdiği gerginlik üstümdeyken kendimi hiç güvende hissedemedim, zaten daha fazla dayanamayarak Atatürk Orman Çiftliği’ne giriş yaptım. “Tam, cennet gibi buralar” demek üzereydim ki, köpekçiklerin olduğu bölgeye girdiğimi fark ettim, 5-6 tane dev gibi köpeği güç bela sakinleştirdim. Anlayacağınız hala güvende değildim. Şehir yaşantısında, her an her yerden bir insan çıkacak ve sorun yaratacakmış gibi bir hissiyatım hep olmuştur zaten. Neyse yolumuza devam edelim…
Çiftlikten geçerken belki de her derde deva olacak çeşit çeşit bitkiler gördüm. Doğada olduğu gibi burada da su akıntısını takip ettim. Gideceğim yer Batıkent olduğu için yönüm batıda olmalıydı. Saatimi çıkardım, kadranı ve güneşi kullanarak yönümü tayin ettim. (bu basit tekniği anlatmak için ayrıca bir blog yazısı hazırlayacağım) Varmam gereken yerin İstanbul Yolu olduğunu düşünüyorken, ayaklarımda bir ağrı hissettim. Vücudumun bana sinyal verdiğini anladım ve hemen durdum. Nerede olduğunuz fark etmez, Doğada ya da şehirde vücudunuzdan olumsuz bir sinyal alırsanız hemen durun. Ayakkabımı ve çorabımı çıkardığımda ayaklarımın su topladığını gördüm. Vücuduma acı veren bu durumun neden olduğunu tahmin edebiliyorsunuzdur, koşuya uygun olmayan botlarım ayaklarımı terlettiği için tabana sürte sürte su toplamış. Peki planlı bir koşu yapsaydım, nasıl bir ayakkabı giyerdim; Nefes alabilen. Hatta eski bir yöntem olan; kuvvetli paket bandıyla çıplak ayağımın tabanını da bantlardım. An içinde yapacak hiçbir şeyim olmadığı için yoluma devam ettim. İstanbul Yolu’na geldiğimde saat 19:40 olmuş yolculuğumu hesapladığımdan daha önce bitireceğimi düşünmeye başlamıştım.
Macera Yeni Başlıyor…
Beni bekleyen; kirli, dumanlı, gürültülü ve uzun bir anayol… O an durdum düşündüm; ‘’ne işimiz var bu tıkış tıkış yerlerde?’’ Ankara’da ve hatta Türkiye’de neden bu kadar trekking grubunun olduğunu, o an daha iyi anladım. Demetevler Kavşağı’ndan, Sincan istikametine koşmaya başladığımda hedefim, aCity AVM’ye kadar (yani yaklaşık 3-4 kilometre) durmamaktı. Koşumu bu plana göre yaptım ama başıma neler geldi neler…
İşte koşu sırasında başıma gelenlerden bazıları; arkamdan korna çalarak halime gülenler, koştuğumu gördüğü halde nabzımı düşürürcesine soru sormaya çalışanlar, bahçesinden geçiyorum diye üzerime hortumla su püskürten dayılar Bunların hepsini tebessümle geçiriyordum ama vücut ısım artmaya, ayaklarım da acıdan alarm vermeye başlamıştı. Bu yüzden önceliğimin su ve serinlemek olduğuna karar verdim.
Doğada belki 30-40 kilometre koşmuş olmama rağmen, şehirde koşma ile arasında büyük fark olduğunu gördüm. Sürekli değişken bir ortam olan şehir ortamında, durup-hızlanmak zorunda kalmak; daha fazla enerji yakmanıza neden oluyor. Bu yöntem zayıflamak isteyenler için ideal ama benim amacım; saat 22:00 olmadan köpeğim Marley’le yemek yemek J
Acity AVM’ye geldiğimde gerçekten zorlanmaya başladığımı hissettim. Botların ağırlığından dolayı dizlerim de ağrımaya ve daha da kötüsü bu durum konsantrasyonumu bozmaya başladı. Tahminen 1 saat sonra kramp girmeye başlayacaktı. Planda bir değişiklik yapıp bir benzinliğe girdim ve vücudum için gerekli olan su, kan şekerini yükseltici çikolata gibi gıda takviyelerinden sonra yeni bir kararla yola koyuldum, bu kez Batıkent Kavşağı’na kadar koşacaktım.
Koştum da…
Biz insanoğlu, nereden geliyor nereye gidiyoruz, sosyal hayatın bize biçtiği rolleri otomatik bir makine gibi nasıl oynuyoruz? Diye düşünmeye başladım. Dahası her gün arabaların içinde ya da sürekli ofiste oturarak yaşayan bir vücut ne kadar sağlıklı olabilir? İşte bu yüzdendir ki; İnsanoğluna, yurdumun insanına hareket lazım! Nihayet Batıkent’e varmıştım. Saat 20:45 sularıydı ki planımdan haberi olmayan annem aradı:
-‘’Nerdesin oğlum?’’
-‘’Anne ben Carrefour taraflarındayım.’’
Yolculuğumun son yarım saatlik kısmı kalmıştı onu da annemle devam edecektim.
Sonuç olarak;
Benim bu yolculuğum, şehirlerin aslında ne kadar huzursuz ve güvensiz yerler olduğunu görmeniz için yapabileceğiniz bir aktivite türü olarak aklınızda bulunsun. Bu arada sosyal mesajımı vermeden geçemeyeceğim; Nereye giderseniz gidin, ne kadar uzakta olursanız olun; döneceğiniz yer yine eviniz ve sevdikleriniz olsun.
Sağlıcakla…